Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

PATLICAN VE MİSKET KÖFTE BULUŞMASI

Eğer blogları çok gezen biriyseniz bu tip tariflere mutlaka rastlamışsınızdır. Her yerde olan bir tarif ama mutlaka denemeniz gerekir diye ben de hatırlatmak istedim. Ölçüleriyle bir tarif olmayacak bu, çünkü tamamen kişi sayısı ile kendi ölçünüzü kendiniz ayarlayacaksınız. Bunun için önce yeterince büyük ve ısıtma yapabileceğiniz bir kap olmalı. Sonra patlıcanlar közlenecek ama artık közlenmiş patlıcanları da hazır satıyorlar, tavsiye ederim. İçine zeytinyağı, limon, sarımsak ve tuz koyarak közlenmiş patlıcanlarınızı çatalla karıştırın. Hazırladığınız kabın altına güzelce yayın. Gerçi resimde patlıcanlar gözükmemiş. Sonra köftelerinizi damak tadınıza göre hazırlayın ve yuvarlaklar halinde kızartın, patlıcanın üstüne kızaran köftelerinizi yerleştirin. Ve sıra geldi domates sosuna; domatesleri soyup doğrayın ve zeytinyağı koyduğunuz bir tavada kavurun, domatesler ezilinceye kadar, ocaktan alın ve tuz, nane, kekik, fesleğen, sarımsak gibi baharatları kendi damak zevkinize göre katıp

BİR DE...

Yaz tatilleri güzeldi dedim ya hala anlatmak istediklerim var. Büyükbabam aynı zamanda arıcılık da yapardı. Arı kovanlarını mevsimine göre değişik yerlere taşırdı. Ihlamur balı, çam balı, çiçek balı gibi konuşmalar olurdu. Evin altında kiracı yoksa, bal kavanozları ve arıcılık aletleri ile dolardı. Bal alırken giydiği beyaz tulum bir köşede, boş bal petekleri diğer yanda. Petek bal mı istersiniz, süzme bal mı artık ne olursa. Özenle onları kavanozlara doldurur ve çocuklarına pay ederdi. Her sene tatil dönüşü eve getirdiğimiz kışlıkların başında gelirdi bal kavanozları. Arı kovanlarını bazen de evin yanına getirirdi ve o zaman görürdük arıların nasıl çalıştığını, mutfak penceresini açamazdık içeri girerler diye, anneannem ufak ufak söylenirdi... En büyük eğlencelerden biri de aynı boylardaki çakıl taşlarını toplayıp beş taş oynamaktı, bu oyunu herkes bilir, tek başına da oynasan eğlencelidir. Hele bir de akşam serinliğinde kapının önündeki beton da yıkanmışsa minderi altıma alıp t

BİR DE NİNEM VE DEDEM

Dedim ya her yaz memlekete giderdik, babamın da bir köyü var, o da büyükbabamlara yakın, Ege`nin yeşilliklerinde, dağlar ötesinde bir yer.  Küçükken çok uzun gelen dağ yolları, çam ağaçları, üstünden geçtiğimiz köprü, küçük bir değirmen...Tepeden aşağı doğru bir köy manzarası ve işte köyümüz; camisiyle, her daim su akan pınarlarıyla, elinde bir sopa koyunları otlatmaya götüren çobanıyla, yanından geçerken arabaya havlayan köpekleriyle... Ve dedemlerin avlu kapısı, arabadan birinin inip açması  gerekirdi, kimi zaman babam kimi zaman kardeşim açardı. Ve şimdilerde yerinde olmayan bir köy evi, odaları, ocakları, girişte herkesin ayakkabılarını çıkardığı büyükçe bir taştan düzlük, kenarda sakin bekleyen bir köpek... Odaların kapılarını açarken tatlı bir gıcırtı duyulurdu. Hasır halıların sıcaklığı başka yerde yok sanırım. Bahçede asma yaprakları ile sarılmış ve üzüm salkımları ile dolu bir çardak... Dedem ve ninem çok küçüklük anılarımda yer alır, bence erken gittiler bu dünyadan, hu

IHLAMUR KOKUSU VE BÜYÜKBABAM

Buralarda, bu mevsimde   sabah ve akşam saatlerinde yürüyüşe   çıkarsanız eğer ıhlamur ağaçlarından yayılan kokular başınızı döndürür. O kadar çok ıhlamur ağacı var ki... Boyuma yakın olan dalları koklamak ve çiçeklerine bakmak hoşuma gider ve yanımda biri varsa eğer o na da aynı şeyi yaptırmadan içim rahat etmez. Yanımdaki eğer eşimse mutlaka emin misin, bunların ıhlamur ağacı olduğundan diye her seferinde sorar. Eminim... Çocukluğumdan biliyorum ıhlamur ağacını. Yaz tatillerinde memlekete giderdik, anneanne, büyükbaba, dede, nine... Büyükbabam postacıydı, hani şu çantalarında taşıdıkları mektupları bekleyenlerine ulaştıran, bazen sabırsızlıkla beklenen. Anlatılanlardan aklımda kalanına göre zamanında atlı postacılık bile yapmış. İşte yaz tatillerine gittiğimiz zaman bazen beni de postaneye götürürdü, aklımda kaldığına göre farklı birşeymiş o zamanlar için. Ve hatırladığım kadarı ile etrafta ıhlamur ağaçları vardı, ıhlamurlar toplanırdı. İşte buradaki kokular beni alıp hay

GÖKTE ARARKEN YERDE BULMAK...

Belki kahvaltı sofrasında sıcak bir çayda Ya da yeni uykuya yatmış çocuklarımızın yüzündeki tebessümde Çocuklarımız ile tatlı sohbetler edip, arkadaşlarımızla eğlenmekte Dillerini bile bilmediğimiz yabancı insanlarla bazen tek bir bakışla anlaşmakta Eve dönmeyi sabırsızlıkla beklemekte ya da eve dönecekler için üstünde dumanı tüten tarhana çorbası hazırlamakta EN olma hırsını bir kenara bırakıp, kendi kendini farketmekte Kuşların sesini duyabilmekte, duyabiliyorum diye sevinmekte Trafikte bir arabaya yol vermekte Huzur içinde yatağına yatıp, her geçen güne şükretmesini bilmekte Dağların ardındakini görmek için çaba harcayana kadar etrafındakileri   görebilmekte Kendin için istemediğini başkası için yapmamakta Her davranışın bir sebebi vardır düşüncesi ile hareket edip, önyargıları kaldırmakta Dualar ederek pozitif enerjini evrene yaymakta Baharda açan çiçekleri farketmekte Sinirlerimize hakim olup, olaylara düşünme payı verdiğimiz zamanın sonrasında

ETİN BÖLÜMLERİ

Fotoğraf biraz tuhaf gelebilir ama açıklama yaptıktan sonra eminim siz de bana hak vereceksiniz. Hep aklıma takılır ama bugüne kadar uygulamak mümkün olmadı nedense... Etin doğru pişirilmesi nasıl olur, hayvanın hangi bölümü nasıl pişerse daha lezzetli olur gibi sorular hep kafamı kurcalar. Bu şemaya bakarak bir şeyler yapmaya çalışırım ama sonunda eti veren görevliye güvenmekten başka çarem kalmaz ve kasabın verdiğini alır dönerim eve. Bazı insanların bilerek et almasına da hep gıpta etmişimdir. Bu nedenle elimdeki bu şemayı sizlerle paylaşmak istedim, bahane ile ben de bu işi ciddiye alırım belki... Özellikle protein yönünden çok güçlü olan ve mutfağımızda bir çok yemeğin ana malzemesi olan eti pişirmek için tanımak gereğine inanırım. ( her ne kadar yeşilci bir insan olsam da ) Umarım size de bir faydası olur, ilgilenenler için... 1- Nuar : Rosto olarak bildiğimiz birinci kalite ettir. Yağsız et sevenler tercih eder. Düdüklüde salçalı olarak pişerse daha lezzetli olur.

KÜÇÜK JAPON KIZI

Göl kenarında küçük bir kız... Ailesi ile piknik yapıyor. Küçük bir kız dediysem gerçekten küçük, 2 yaşında yaklaşık. Hani yürümenin tadını daha yeni anladıkları zamanlar, kafalarını sağa sola çevirerek etraflarına baka baka giden, yanakları tombul, kendi de öyle, tatlı tatlı dolanıyor etrafta, üstelik bir de japon, daha bir tatlılık var ondan dolayı... Ailelerin arasında geziniyor. Bizim yanımıza da geldi, eli ağzında ve gözler takıldı, gülüştük öylece. Baktım kimdir diye ailesi, hemen anladım, şu yanımızdaki bir grup insan. Kendi hallerinde eğleniyorlar, anlatıyorlar, gülüyorlar... Ne güzel, etrafta huzurlu insanların olması, kendini mutlu hissediyor insan. Biz de oturduk sohbet ediyoruz kendimizce, çayımızı yudumluyoruz. Çayın tadı birlikte olunca daha bir güzel oluyor. Etrafı seyrediyoruz... Ben bunu çok yaparım, yanımda kimse yoksa eğer daha çok izlerim insanları, olayları çözümlemeye çalışırım, merak değil ama benimki, kendimi çözümlemek. Etrafa bakarak kendimi incelemek,

VE DİĞER REÇELLER

Bir reçel yapma sevdasıdır gidiyor bakalım, iyi de oluyor... Bunlar da kayısı, vişne, erik, ve frenk üzümü reçelleri. Tarif çilek reçelini yaptığım aynı tarif... MALZEMELER 1 kg kayısı ( Ya da istediğiniz farklı meyveler ) 1 kg şeker ( ben 500 g olarak kullanıyorum ) ½ limon suyu Kayısıların çekirdeklerini ayıklayıp yıkadıktan sonra üstünü örtecek şekilde şekerle bir gece bekletiyorsunuz, sonra ocakta yarım saat kaynatıp limon suyunu ilave ediyorsunuz, beş dakika sonra ocaktan alıyorsunuz, bu arada oluşan köpükleri de toplayıp atmakta yarar var. İlk kaynamadan sonra kısık ateşte devam edebilirsiniz kaynatmaya...  Kayısı reçelinin içine biraz badem içi attım.  Daha sulu bir reçel olsun isterseniz reçelinizi daha az kaynatabilirsiniz.  AFİYET OLSUN